Çarşamba

"Benliğinin derinliklerinde kaybolmuş adamdan daha tehlikelisi yoktur. Vahşi hayvanlardaki iç güdüdür; bu adamdaki ise hiçliktir. Ve hiçliğin yutamayacağı hiç bir şey yoktur."

Emre Ünsal

Perşembe





 Sen hiç sabaha karşı yokluğunda üşüdün mü?
Hani elini yastığa attığında senin olmadığını farkedip,
Yorganın altındayken, 35 derece sıcakta bile titredin mi sensizlikten?
Peki hiç gece nefesini hissetmeden uyumanın eksikliğini hissettin mi?
Hani o sevgi dolu kelimelerin döküldüğü ağızdan çıkan,
Hani gözlerimin içine bakarken, hızlanan kalp atışlarınla birlikte,
Kulağıma bana olan aşkını fısıldarken yayılan sıcaklığı...
Peki sen tenine dokunmadan geçen günlerin azabını duydun mu?
Hani o saten kadar pürüssüz, bir orkide gibi hassas,
Bir bal arısına çekici gelen çiçekler kadar güzel kokan.
Peki sen hiç ağlayarak uyandın mı senin yokluğunun ardından?
Sen hiç korktun mu sağlığının kötü olduğundan?
Sen hiç aşık oldun mu sana?

Pazar

Yıldızlardan aşk

Bazen ulaşacak gibi olursun yıldızlara,
Hani davetkar biçimde sana seslenirler,
Zihninde duyarsın seslerini tüm açıklığıyla,
Aklına girer, rüyana girer, hayatına girer,
Hatta en kötüsü kalbine girer
Korkar kaçarsın, kalbin acır çünkü
Nefes alamazsın, çökersin düşlerinin üzerine
aklın kanatlanıp uçar gider yıldızlara
ama sen kıpırdayamazsın.
Sonra bir gün,
Yıldızlar inmeye karar verir aşağı, ve,
Hiç ummadığın bir anda karşına çıkıverir,
Elleri yıldızdandır, kolları yıldızdandır,
Yüzü yıldızdandır,
Ve sesi...
Sihninde yankılanan ses seni bulmuştur
korkarsın, yine kaçarsın
Ancak sadece aklın kaçar gider, bedenin hareket edemez...
Kalp olmadan hareket etmez o beden
ve 
kalp orada kalmak ister
yıldızların arasında parlamak
son gücünü de orada harcamak ister
çökersin dizlerinin üstüne...
Derin bir nefes alırsın,
Toplarsın gücünü o ışığa bakabilmek için
Bakarsan kör olacaksındır, çünkü,
Görmeyecek gözlerin bir daha bir başka insanı...
Bakarsan Sağır olacaksındır, çünkü,
Duymayacak kulakların başka insanların sözlerini
Bakarsan dilsiz kalacaksındır, çünkü,
Kelimeler anlamsız sesler olacaktır onun karşısında,
Onun gözlerinde...

Gece

Pencereyi açıp gecenin odama dolmasına izin verdim,
nazikçe üfledi ışığa ve odam onunla doldu
Sonra bana yıldızlardan gözlerini gösterdi
ay gibi gülümsemesini
hatta venüs gibi göz kırptı bana
uzaktan bakınca mars gibi soğuktu, ancak,
uzay kadar büyük ve güneş kadar da sıcaktı dokunuşu.
benim artık her zamanımdı gece, 
sabahım, akşamım, bayramım, işim, gücüm...
Siz bana kör diyebilirsiniz, ancak,
ben sadece gecenin bir aşığıyım

Gözler

 Gözler,
Onlar ki birer hapisanedir gerçekten baktığınızda,
İçinde dünyaları görürsünüz ancak kurtulamazsınız,
Felçliymiş gibi donakalırsınız,
Belki de hayatınızın sanki bir kıpırtıyla sonlanacağınızı düşünürsünüz,
Kalbiniz, deli gibi çarpmaya, göğsünüzü dövmeye,
Kanınızı damarlarınızda tansiyonunuzu fırlatacak şekilde pompalamaya başlar
Sonra birden terlersiniz, 
Sanki güneş ensenizden size selam veriyordur
Kulağınıza sizi yakacağını fısıldıyordur
Ancak garip olan ise, 
İçiniz üşüyor hatta dizleriniz titriyordur.
Gözler,
Kirpikleri birer sivri uçlu kargı gibi sizi deler geçer,
İçindeki parıltıdır dünyayı aydınlatan ışık,
Ve felaketinizi getiren fırtınadır ondan dökülen 1 damla yaş.
Zamanı durdurur, hava kan kadar ağır olur,
Taşıyamaz bedeninizi dizleriniz,
Marmarayı sallayan deprem gibi sarsar sizi
O derin, o soğuk, o yakıcı, o sevimli, o melankolik,
O şehvetli, o isteksiz, o hüzünlü, o neşeli bakış.
Ve birden serbest kalırsınız bir göz kırpmasıyla.
Gözler,
Size bir saniyeden daha kısa bir sürede
Hem cenneti hem cehennemi,
Hem aşkı hem nefreti,
Hem hasreti hem kavuşmayı,
Hem hayatı hem ölümü,
hem iyiyi hem kötüyü yaşatır
İşte o zaman anlayacaksınız ki
O gözlerin adı aşktır

Cuma

Bir sevgilim olsun diye yakınan insanlara...


Kadın ve erkek bir bütünün parçalarıdır aslında, birbirlerinden farklı yapılarda olsalarda yine birbirlerinin eksiklerinin tamamlayan iki parçadır.
Karşı cinsin yoksunluğunu zaman zaman hisseder insan çünkü hormonal yapımız bir "çift" olmaya uygundur, doğamız da budur. Ancak sevgili olmak yani bir ilişki içinde bulunmakla bir karşı cinsle vakit geçirmeyi aynı kefeye koyduğunu düşünüyorum insanların.
Flört denilen ve insanların çıkmak olarak adlandırdığı birbirine yakınlaşma, karşılıklı jestler ve kur yapma dönemi oldukça eğlenceli, heyecanlı ve hareketlidir. Ancak Maalesef insanların ki özellikle erkeklerin bu dönemi sadece seks ile sonlandırmak istemesi veya sadece düzenli sekse yönelik çabalarıyla yan yana koyunca sevgilinin olmaması can sıkıcı olmuyor. Sadece çevredeki insanlara özenmek olabiliyor.
Bir de madalyanun diğer tarafı, yani gerçekten romantizm yaşamak isteyen, omzuna başını yaslayabileceği, kendine destek olacak birini istemesi vardır insanın. Bu da bir nevi bencilliktir aslında sadece kendisi için bunu ister. Karşısındakinin varlığı ve paylaşımlarıyla mutlu olmak ister. Kendini düşünür yani.
Sevgilinin olması şu demektir:
Birlikte zorlanmak, zorluklara birlikte koşmak, birlikte gülmek, birlikte ağlamak, birlikte ilerlemek, düşerse yanında ağlamak sonra teselli olmak. Bakın hiç "ben düşersem kaldırsın" değil, "biz düşeriz ve kalkarız" demektir gerçekten sevgili olmak.
Ancak gel gelelim sevgilinin olmamasının can sıkıcılığına.
Sevgilinin olmaması bir eksiklik, bir sıkıcı durum değildir. Özellikle "ilişki sorumluluğu" olmayan veya buna hazır olmayan insanların kesinlikle edinmemesi gereken bir unsurdur sevgili. Kişi her zaman kendi kendine yetebilir, sevgilisi olmadan da yaşamını sürdürebilir. Manevi ve fiziksel ihityaç ve dürtülerimizi yerine getirmek için illa bir sevgilinin olmasına gerek yoktur. Sadece ne istediğini bilirsen hayatta her zaman işler daha kolay olacaktır.

Pazartesi

Hocam, başlangıç...

 Evet, hocam.com benim gerçekten de bir değişim öykümdür diyebilirim. Bu forumlara üye olduğumdan beri başımdan pek çok olay geçti, çok fazla insan tanıdım, arkadaşım oldu. Daha öncesinde asosyale yakın bir insan olan ben; hocam sayesinde gerçekten çok fazla sosyal ve hatta popüler oldum. Evet gittikçe yükselen bir popülarite ve arkadaş sayısı ile hocamın bilinen isimlerinden olmuştum. Peki nasıl başladı bu yolculuk? Emre Ünsal nası bir tırtıldan gösterişli bir kelebeğe dönüşmüştü? Size bu başlangıçtan bahsedeceğim.
    2008 yılının kasım ayı idi. Hiç unutmayacağım :) Nida ile arkadaşlığımız daha da yakınlaşmış kankalığa dönmüştü. Ben ATOM'da (Animasyon Teknolojileri ve Oyun Geliştirme Merkezi) çalışmaya uğraşmaya adapte olmuş, tek sosyal aktivitem de Nida ile Çatı veya Arkabahçeye takılmakla sınırlanmış bir zamandı. Dürüst olmak gerekirse yeni yeni kendimi bulmaya başlamış, insanlarla tanışarak söz sahibi olmaya alışıyordum. Nida, benim bilgisayarımda kendi facebook ve hocam hesabına bakmak için izin istedi. Facebook'u biliyordum ancak hocam nedir ne değildir bir fikrim yoktu. Nida hocam'ı açtığında dikkatimi tek bir şey çekmişti: Kim Bakmış.
    Evet sadece bu kim bakmış olayı yüzünden hocam'a üye olmak istemiştim ilginç ve yaratıcı gelmişti çünkü. Nida sadece üniversitede halen öğrenci olanların üye olabildiğini söyledi ben buna rağmen şansımı denedim eski kazandığım okulu referans göstererek. Daha yeni diğer üniversitelere açılmıştı o zamanlar hocam.com. Üyelik bilgilerini doldurdum ve ertesi gün üyeliğim onaylanmıştı. 20 kasım 2008'de ben artık bir hocam üyesiydim. Yavaş yavaş bir kaç fotoğraf ekleyip (çok rezil fotolardı kabul =) ) forumlara yazmaya başlamıştım. İlk hafta sadece tanıdığım bir kaç kişiyi arkadaş olarak ekledim ve sadece onların profillerine bakıyordum. Biraz durgun gibiydi zaten. Sanki yeni yeni adım atmaya başlamış bir bebek gibiydim sitede. Arada Nida ve Selçuk'un yazdıklarına bakıyor, forum oyunlarında kendi çapımda eğleniyordum. Sosyallik? yok öyle bir şey. İlk haftalarda o saçmalayan çömez üyeler gibi ben de çok saçma şeyler yazmıştım. evet şimdi hatırlayıp hatırlayıp gülüyorum sadece :)

Perşembe

Kage bunshin no jutsu!


Kulaktan kulağa duyulan animeler diziler bazen insanları soğutur ya, işte ben de o şekilde yaklaşıyordum Naruto animesine. Herkesin izlediği özenme vsdir. Moda diye izleniyordur düşüncelerinden alı koyamadım kendimi.
Elimde tüm sezonları bulunurken bir kaç bölüm izleyeyim dedim, neymiş bu naruto. Ama öyle bir sardı ki o 2-3 bölüm bir günde 36 bölüm oldu... İlginç bir şekilde bağladı kendine ve etrafta "nante" "datte bayo" "rasengan" diyerek dolaşmaya başladığımı farkettim.
Anime öylesine bir kurgu veya hikayesi olan sıradan bir anime değil. İçeriğinde güzel mesajlar, hayattan parçalar, arkadaşlık ve aile kavramlarına göndermeler var. Bunun yanında tabii ki eğlencelik aksiyon ve komedi.

Zorda kalınca veya canın sıkılınca istemsizce ellerin bir araya geliyor ve kimsenin duyamadığı ama kendi duyacağın şekilde sözler dökülüyor ağzından:
"Kage bunshin no jutsu!"

Pazartesi

nazım demiş ki
" Sevdiğin müddetçe ve sevebildiğin kadar;
sevdiğine sevgini verdiğin müddetçe
ve vere bildiğin kadar
GENÇSİNDİR!!!"



ölene dek genç kalmak ister bu gönül
ölene kadar hissetmek ister yanında olmayınca o sızıyı
ve akıtmak ister kelimelere içindeki gerçek sıcaklığı
ki
okudukça ısınsın yalnız yürekler

Perşembe

Kremalı Mantarlı Fettucini


 Kremalı mantarlı fettucini...
Restoranlarda yapılan ve genellikle berbat olan bu makarnayı yaptı ilk kez bana geldiğinde...
O kadar lezzetliydi ki... Şaşırıp kalmıştım...
sonra öpmüştüm onu o kremalı kremalı dudaklarla...
Bana bıraktığı en güzel miras öğrettiği en güzel şey Kremalı Mantarı Fettucini...
Her lokmada dudaklarını hatırlarım... kokladıkça tencere başında aç aç onun yemeği pişirişini seyredişim akla gelir...
Ve şu anda da yiyorum Kremalı Mantarlı Fettucini...

Cuma

Hayatın Sırrı


Aynanın karşısına geçtiğinde gördüğün şey hayatın anahtarıdır...
Hayatın sırrı da bu anahtara gözün gibi iyi bakmakla çözülebilir ancak...
Eğer anahtarı kaybedersen o kutuyu asla açamazsın
Sırrı çözemez, içeriğini öğrenemezsin...

Çarşamba

Hangimiz kadınız hangimiz erkek?


Twitterda gördüğüm bir ileti:

İki cinsiyet de birbirine bok atmaktan vazgeçmeyecek anlaşılan...
Evet yapısal olarak farklıyız ey kadınlar ve erkekler ama hiçbirimiz birbirimize üstün değiliz
Bende olmayan sende var sende olmayan bende... Puzzle gibiyiz... birbirimizi tamamlıyoruz, o mükemmel deseni oluşturabilmek için birbirmizin açıklarını kapatabiliyor, eksiklerini tamamlayabiliyoruz...
Biz "bir"iz...
Bunu anlamayan kadınlar ve erkekler
asla mutlu olamazsınız, olamayacaksınız...

Pazar

Sevgili, Hararetle Siyaset Tartışıp Ülkeyi Kurtaran Arkadaşlar, Sözüm Size...


 Arkadaşlarım, görüyorum ki birbirinizi yemekle oldukça meşgulsünüz tıpkı ülkenin neredeyse tamamının yaptığı gibi.
Sandıklardan çıkan sonucun "Evet" olacağını zaten adımız gibi biliyorduk ki görünen köy kılavuz istemez. Kalkıp "Cumhuriyet elden gitti" gibi yorumlar yapıyorsunuz, yapılıyor vs ancak şunu düşünüyorum,
Burada edebiyat parçalamak dışında bir şey yaptınız mı hiç?

Oy vermekle, mitinglere katılmakla, propaganda yapmakla, muhalefeti desteklemek veya hükümet yanlısı olmakla devleti düzeltemez Cumhuriyeti kurtaramazsınız.
Birbirimizi kandırmayalım
Muhalefetçi arkadaşlar;
CHP bir kurtuluş yolu mudur? Hayır... Muhalefete şöyle bir göz attığımızda yapılan şeyin sadece sidik yarıştırmaktan başka bir şey olmadığını görmekteyiz. Propaganda miting ve oy vererek diyelim ki muhalefeti getirdiniz hükümet başına... Ne olacak? Cumhuriyet mi kurtulacak? Bırakın allah aşkına...
Oturduğunuz yerden sızlanmak, buralarda yazı yazıp propaganda yapmak dışında elinizden gelen bir şey var mı yaptığınız? Hayır... O zaman sadece köşeden "Cumhuriyet elden gidiyor" gibi serzenişlerde de bulunmayın... Bağırınca bişi olmuyor merak etmeyin.
Emin olun hiç bir şey değişmeyecek... Hükümet yine kendini yenilemeye çalışacak bir duraklama dönemi sonra yine ağır sıkıntılar vs vs...
Hükümetçi arkadaşlar;
Diyelim ki var olan hükümet daha da ileriye götürecek sizi. Cumhuriyet anlayışı güdülmüyor hükümet politikasında evet. Kendisini destekleyenleri destekliyor evet. Kendi cebini doldurmak, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın"cı olmak Cunhuriyet mantığına uyuyor mu hayır... 
Ancak üzülerek belirttmeliyim ki ülke yönetimi ve hükümet konusunda hiç bir şey yapılamaz... Yapılamaz...
Yırtmayalım bir taraflarımızı...
Meclis mantığının, hükümet yönetiminde ortak bir karar alınması için var olduğu gerçeğini unutup, bir sürü parti, bir sürü ayrılıkçı fikir ve her biri birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan, ortak çalışma mantığından bihaber, bir bina dolusu adam mı kurtaracak Cumhuriyetinizi?
Uyanın artık uyanın...

Saçma sapan serzenişlerle olacak bir şey değil bu...

Ya komple Meclisi düşüreceksinz ki eğer bunu yaparsanız ülkenin içinde bulunacağı kaos yüzünden Ermenisinden, Kürdüne, Lazına kadar her toplum kendi payına düşen parçayı kapmaya çalışacak ve ülke tamamen bölünecek. Ülkecikler oluşacak...
Ya da oturduğunuz yerde edebiyat parçalayarak ülkeyi kurtarmaya devam edeceksiniz...
Gerçekler acı'dır, hükümet ve yönetim ile ilgili yapılabilecek hiç bir şey yok...
Her yenilik, her değişim biraz daha sarsacak temelini Türkiye Cumhuriyetinin. Ve en sonunda tahta kuruları tarafından içi boşaltılmış bir ağaç misali ufak bir darbede parça parça olacak...

Ben politika ve politikacıdan nefret eden biriyim, herhangi bir partiyi desteklemiyorum. Saçmalıktır çünkü...
Parti mantığı ülkeyi bölmekten başka hiç bir işe yaramaz.
Yukarıdakiler benim kendi fikirlerimdir ve eleştiriye açıktır.

Cumartesi

Üniversite Yanılgısı


Sevgili arkadaşlar, toplumumuzda en sık gördüğüm yanlış anlamalardan biri üniversiteler üzerine olan düşüncelerden kaynaklanmaktadır. 
"Hangi bölüm olursa olsun üniversite olsun yeter ki" düşünce ve zihniyeti, üniversite mezunu olanların hemen iş bulacağı yanılgısını doğurmaktadır. Ancak şöyle bir gerçek vardır ki, üniversite mezunu bir insanın iş bulabilme şansı diğer insanlarla aynıdır. Sadece kendi dalında spesifik meslek kollarında okuyan (tıp, diş hekimliği, öğretmenlik vs) kişilerin daha belli gibidir yapacakları işler. Ancak şöyle de bir gerçek vardır, üniversite mezunlarının büyük bir bölümü mezun oldukları mesleği yapmazlar...

Üniversite okuyup bitiren bir arkadaşımız iş konusunda ne kadar tecrübeli olabilir ki? Stajları asan, dersleri ucu ucuna geçen bir kişi nasıl meslek sahibi olabilir okuduğu bölüm üzerine? Saçmalık... Üniversite çoğu kez gereksiz bir gurur ve kapris katar kişiye. Evet itiraf edelim kendimize, sırf üniversite mezunu olduğu için "burada çalışmam, bunun altında çalışmam" gibi düşüncelerle yan gelip yatan, kendine faydası olmayan insan sayısı maalesef fazladır.

Hani diyorlar ya "üniversite mezunları bile iş bulamıyor", aslında yapılacak o kadar fazla iş var ki. Sadece çalışmayı kendimize yediremiyoruz. 1500 - 2000 TL ile işe başlamayı hayal eden sayın üniversiteöğrencileri, sorarım size, kaçınız iş tecrübesi olmadan bir işe alınabilirsiniz ki?
Bir de üniversite bitirince çok büyük adam olacağını, halktan saygı göreceğini düşünenler var. Arkadaşım, diploma değil adamı adam yapan. Sen ucu cuna bitiriyorsun okulu sonra gururla üniversite mezunuyum diyorsun. Bırakacaksın tıraşı  Elindeki kağıt parçası gayet basılabilir bir materyal...  Evet sana bazı yetki ve sorumlulukları veriyor olabilir ancak sen zaten boşsun neye yarar?

Günümüzde üniversite diplomasının sadece bir etiket olarak kullanıldığını görüyoruz ancak etiket karın doyurmuyor maalesef. 
Bir kaç örnek vermek istiyorum, lütfen ilgili bölümlerdeki arkadaşlarım da yanlış anlamasın.
Diyelim ODTÜ Felsefe bitirdiniz. Çok güzel... ODTÜ gibi bir okuldan mezunsun, etiket sağlam... Kız istemeye gittin. Okul ve mezuniyet mükemmel tamam eyvallah... Sana sorulan ikinci soru "ne iş yaparsın"...
Evet, ne iş yaparsın?
Devam edelim:
Tembel bir mühendislik öğrencisisin. Zorla birtirdin okulu. Kaliteli bir okuldan mezunsun. Ancak işle ilgili bişi bilmiyorsun sadece diplomanın arkasında hava yapıyorsun. ve bölümünle ilgili iş bulamadın. Ne kadar karnını doyurabilir bu diploma???

Özetlemek gerekirse, üniversite kişiye sadece yol gösteren bir araçtır ancak buradan mezun olan kişi ne anında iş bulur, ne adam olur... 
Kendini geliştirmezse üniversiteye gitmiş gitmemiş neye yarar?

Okuduğunuz için teşekkür ederim arkadaşlar... Fikirlerinizi de görmek isterim bu konu ile ilgili...