Perşembe





 Sen hiç sabaha karşı yokluğunda üşüdün mü?
Hani elini yastığa attığında senin olmadığını farkedip,
Yorganın altındayken, 35 derece sıcakta bile titredin mi sensizlikten?
Peki hiç gece nefesini hissetmeden uyumanın eksikliğini hissettin mi?
Hani o sevgi dolu kelimelerin döküldüğü ağızdan çıkan,
Hani gözlerimin içine bakarken, hızlanan kalp atışlarınla birlikte,
Kulağıma bana olan aşkını fısıldarken yayılan sıcaklığı...
Peki sen tenine dokunmadan geçen günlerin azabını duydun mu?
Hani o saten kadar pürüssüz, bir orkide gibi hassas,
Bir bal arısına çekici gelen çiçekler kadar güzel kokan.
Peki sen hiç ağlayarak uyandın mı senin yokluğunun ardından?
Sen hiç korktun mu sağlığının kötü olduğundan?
Sen hiç aşık oldun mu sana?

Pazar

Yıldızlardan aşk

Bazen ulaşacak gibi olursun yıldızlara,
Hani davetkar biçimde sana seslenirler,
Zihninde duyarsın seslerini tüm açıklığıyla,
Aklına girer, rüyana girer, hayatına girer,
Hatta en kötüsü kalbine girer
Korkar kaçarsın, kalbin acır çünkü
Nefes alamazsın, çökersin düşlerinin üzerine
aklın kanatlanıp uçar gider yıldızlara
ama sen kıpırdayamazsın.
Sonra bir gün,
Yıldızlar inmeye karar verir aşağı, ve,
Hiç ummadığın bir anda karşına çıkıverir,
Elleri yıldızdandır, kolları yıldızdandır,
Yüzü yıldızdandır,
Ve sesi...
Sihninde yankılanan ses seni bulmuştur
korkarsın, yine kaçarsın
Ancak sadece aklın kaçar gider, bedenin hareket edemez...
Kalp olmadan hareket etmez o beden
ve 
kalp orada kalmak ister
yıldızların arasında parlamak
son gücünü de orada harcamak ister
çökersin dizlerinin üstüne...
Derin bir nefes alırsın,
Toplarsın gücünü o ışığa bakabilmek için
Bakarsan kör olacaksındır, çünkü,
Görmeyecek gözlerin bir daha bir başka insanı...
Bakarsan Sağır olacaksındır, çünkü,
Duymayacak kulakların başka insanların sözlerini
Bakarsan dilsiz kalacaksındır, çünkü,
Kelimeler anlamsız sesler olacaktır onun karşısında,
Onun gözlerinde...

Gece

Pencereyi açıp gecenin odama dolmasına izin verdim,
nazikçe üfledi ışığa ve odam onunla doldu
Sonra bana yıldızlardan gözlerini gösterdi
ay gibi gülümsemesini
hatta venüs gibi göz kırptı bana
uzaktan bakınca mars gibi soğuktu, ancak,
uzay kadar büyük ve güneş kadar da sıcaktı dokunuşu.
benim artık her zamanımdı gece, 
sabahım, akşamım, bayramım, işim, gücüm...
Siz bana kör diyebilirsiniz, ancak,
ben sadece gecenin bir aşığıyım

Gözler

 Gözler,
Onlar ki birer hapisanedir gerçekten baktığınızda,
İçinde dünyaları görürsünüz ancak kurtulamazsınız,
Felçliymiş gibi donakalırsınız,
Belki de hayatınızın sanki bir kıpırtıyla sonlanacağınızı düşünürsünüz,
Kalbiniz, deli gibi çarpmaya, göğsünüzü dövmeye,
Kanınızı damarlarınızda tansiyonunuzu fırlatacak şekilde pompalamaya başlar
Sonra birden terlersiniz, 
Sanki güneş ensenizden size selam veriyordur
Kulağınıza sizi yakacağını fısıldıyordur
Ancak garip olan ise, 
İçiniz üşüyor hatta dizleriniz titriyordur.
Gözler,
Kirpikleri birer sivri uçlu kargı gibi sizi deler geçer,
İçindeki parıltıdır dünyayı aydınlatan ışık,
Ve felaketinizi getiren fırtınadır ondan dökülen 1 damla yaş.
Zamanı durdurur, hava kan kadar ağır olur,
Taşıyamaz bedeninizi dizleriniz,
Marmarayı sallayan deprem gibi sarsar sizi
O derin, o soğuk, o yakıcı, o sevimli, o melankolik,
O şehvetli, o isteksiz, o hüzünlü, o neşeli bakış.
Ve birden serbest kalırsınız bir göz kırpmasıyla.
Gözler,
Size bir saniyeden daha kısa bir sürede
Hem cenneti hem cehennemi,
Hem aşkı hem nefreti,
Hem hasreti hem kavuşmayı,
Hem hayatı hem ölümü,
hem iyiyi hem kötüyü yaşatır
İşte o zaman anlayacaksınız ki
O gözlerin adı aşktır

Cuma

Bir sevgilim olsun diye yakınan insanlara...


Kadın ve erkek bir bütünün parçalarıdır aslında, birbirlerinden farklı yapılarda olsalarda yine birbirlerinin eksiklerinin tamamlayan iki parçadır.
Karşı cinsin yoksunluğunu zaman zaman hisseder insan çünkü hormonal yapımız bir "çift" olmaya uygundur, doğamız da budur. Ancak sevgili olmak yani bir ilişki içinde bulunmakla bir karşı cinsle vakit geçirmeyi aynı kefeye koyduğunu düşünüyorum insanların.
Flört denilen ve insanların çıkmak olarak adlandırdığı birbirine yakınlaşma, karşılıklı jestler ve kur yapma dönemi oldukça eğlenceli, heyecanlı ve hareketlidir. Ancak Maalesef insanların ki özellikle erkeklerin bu dönemi sadece seks ile sonlandırmak istemesi veya sadece düzenli sekse yönelik çabalarıyla yan yana koyunca sevgilinin olmaması can sıkıcı olmuyor. Sadece çevredeki insanlara özenmek olabiliyor.
Bir de madalyanun diğer tarafı, yani gerçekten romantizm yaşamak isteyen, omzuna başını yaslayabileceği, kendine destek olacak birini istemesi vardır insanın. Bu da bir nevi bencilliktir aslında sadece kendisi için bunu ister. Karşısındakinin varlığı ve paylaşımlarıyla mutlu olmak ister. Kendini düşünür yani.
Sevgilinin olması şu demektir:
Birlikte zorlanmak, zorluklara birlikte koşmak, birlikte gülmek, birlikte ağlamak, birlikte ilerlemek, düşerse yanında ağlamak sonra teselli olmak. Bakın hiç "ben düşersem kaldırsın" değil, "biz düşeriz ve kalkarız" demektir gerçekten sevgili olmak.
Ancak gel gelelim sevgilinin olmamasının can sıkıcılığına.
Sevgilinin olmaması bir eksiklik, bir sıkıcı durum değildir. Özellikle "ilişki sorumluluğu" olmayan veya buna hazır olmayan insanların kesinlikle edinmemesi gereken bir unsurdur sevgili. Kişi her zaman kendi kendine yetebilir, sevgilisi olmadan da yaşamını sürdürebilir. Manevi ve fiziksel ihityaç ve dürtülerimizi yerine getirmek için illa bir sevgilinin olmasına gerek yoktur. Sadece ne istediğini bilirsen hayatta her zaman işler daha kolay olacaktır.

Pazartesi

Hocam, başlangıç...

 Evet, hocam.com benim gerçekten de bir değişim öykümdür diyebilirim. Bu forumlara üye olduğumdan beri başımdan pek çok olay geçti, çok fazla insan tanıdım, arkadaşım oldu. Daha öncesinde asosyale yakın bir insan olan ben; hocam sayesinde gerçekten çok fazla sosyal ve hatta popüler oldum. Evet gittikçe yükselen bir popülarite ve arkadaş sayısı ile hocamın bilinen isimlerinden olmuştum. Peki nasıl başladı bu yolculuk? Emre Ünsal nası bir tırtıldan gösterişli bir kelebeğe dönüşmüştü? Size bu başlangıçtan bahsedeceğim.
    2008 yılının kasım ayı idi. Hiç unutmayacağım :) Nida ile arkadaşlığımız daha da yakınlaşmış kankalığa dönmüştü. Ben ATOM'da (Animasyon Teknolojileri ve Oyun Geliştirme Merkezi) çalışmaya uğraşmaya adapte olmuş, tek sosyal aktivitem de Nida ile Çatı veya Arkabahçeye takılmakla sınırlanmış bir zamandı. Dürüst olmak gerekirse yeni yeni kendimi bulmaya başlamış, insanlarla tanışarak söz sahibi olmaya alışıyordum. Nida, benim bilgisayarımda kendi facebook ve hocam hesabına bakmak için izin istedi. Facebook'u biliyordum ancak hocam nedir ne değildir bir fikrim yoktu. Nida hocam'ı açtığında dikkatimi tek bir şey çekmişti: Kim Bakmış.
    Evet sadece bu kim bakmış olayı yüzünden hocam'a üye olmak istemiştim ilginç ve yaratıcı gelmişti çünkü. Nida sadece üniversitede halen öğrenci olanların üye olabildiğini söyledi ben buna rağmen şansımı denedim eski kazandığım okulu referans göstererek. Daha yeni diğer üniversitelere açılmıştı o zamanlar hocam.com. Üyelik bilgilerini doldurdum ve ertesi gün üyeliğim onaylanmıştı. 20 kasım 2008'de ben artık bir hocam üyesiydim. Yavaş yavaş bir kaç fotoğraf ekleyip (çok rezil fotolardı kabul =) ) forumlara yazmaya başlamıştım. İlk hafta sadece tanıdığım bir kaç kişiyi arkadaş olarak ekledim ve sadece onların profillerine bakıyordum. Biraz durgun gibiydi zaten. Sanki yeni yeni adım atmaya başlamış bir bebek gibiydim sitede. Arada Nida ve Selçuk'un yazdıklarına bakıyor, forum oyunlarında kendi çapımda eğleniyordum. Sosyallik? yok öyle bir şey. İlk haftalarda o saçmalayan çömez üyeler gibi ben de çok saçma şeyler yazmıştım. evet şimdi hatırlayıp hatırlayıp gülüyorum sadece :)